İstiklal Savaşı, Deniz, Liman ve Akçakoca
Akçakoca birçok Karadeniz yerleşimi gibi tarih boyunca denizle iç içe yaşadı. Osmanlı döneminde payitaht İstanbul’un odununu, kerestesini taşıdılar gür ormanlardan alıp denize açılarak, Kafkaslar’da tutunamayıp Anadolu kıyılarına sığınan Çerkezler, Gürcüler, Abazalar gibi iş-gale uğrayan Doğu Karadeniz’den de Lazlar, Hemşinliler ve diğerleri zorlu yolculuklar sonunda çıktılar bu kıyılara ve artık buralı oldular.
şifresiz beğeni
Dünya Savaşı sonunda İstanbul işgal edildiğinde Anadolu’ya direniş için geçen yurtseverler buralardan çıktılar kıyıya. Ve silahlar, cephaneler Karadeniz’in usta gemicileri denizin azgın dalgalarıyla boğuşarak kıyıya çıkarıp Anadolu’nun içlerine gönderdiler; kağnılarla, deve kervanlarıyla… Liman’da artık o günleri hatırlayıp anlatacak denizciler kalmadı, ama limanların da bellek-leri vardır. Mendireğin ucuna doğru oturup bir yaz gecesinde limanın, denizcilerin ve diğerlerinin yaşadıklarını hayal edebiliriz:
İşgal yıllarında, 7 Ekim 1920’de Akçaşehir Müdafe-Î Hukuk Cemiyeti kurulmuştu. (O za-manlar Akçakoca’nın adı Akçaşehir’di.) Ta-kalar ve diğer gemilerle gelecek kuva-î milliyecileri ve askeri malzemeyi taşımak ve gidecekleri yere ulaştırmak için kayıkçılar gurubu, mavnacılar gurubu oluşturuldu. Sahilden öteye taşımak için de arabacı kolları ve kadın kolları oluşturuldu. Sahile ulaşan askerler denizdeki düşman gemilerince görülmesin diye Dadalı Köyü eteklerinde kurulmuştu kamp yeri.

Sahil boyunca kurulmuş telgraf şebekesinden gelecek geminin bilgisi alınınca jandarmalar halka duyuruyordu. Cami minareleri de duyuru için kullanılıyordu. O zamanlar gemilerin yanaşabileceği konumda bir liman yoktu, gelenler 2-3 mil açıkta demirliyor; Akçako-ca’nın kayıkçıları gecenin karanlığında gemi-lere doğru küreklere asılıyordu.

Kocaeli Yunan, hemen yakındaki komşu Ereğli Fransız işgalindeydi. Denizde işgalcilerin savaş gemileri kol geziyordu.
İstiklal Savaşı’na katılmak için gelen askerler ve askeri malzeme gene gecenin karanlığında suya sessizce girip çıkan küreklerin yol verdiği kayıklarla kıyıya taşınıyordu. İstanbul’dan asker ve cephane getiren deniz araçları dönüşlerinde Ereğli’den kömür yüklüyorlardı. Bu gemilerin arasında para karşılığı çalışan yabancı gemiler de vardı.

Çuhallı Çarşı’ya da uğrayıp hikayenin karada geçen kısmına kulak vermeliyiz: Gelen insanlar soruşturuluyor, Ankara’ya bilgi verilip cevap bekleniyordu. Askeri malzemenin ihtiyaç duyulan onarımları için de Akçaşehir Mühim-mat Atölyesi kurulmuştu burada. Demirciler, saraçlar (deri işleyen), terziler mesleki ustalıklarını artık silah ve diğer askeri malzemenin onarımında kullanıyorlardı.
Gerek bu dönemde ve gerekse bütün tarih boyunca Akçakocalılar denizle iç içe yaşadılar. Denizde yaşam zordur, ekmeğini çıkarmak da!

Boşuna söylene gelmiyor şu söz buralarda: Akçakocalının karada erkek mezarı yoktur!..

Evliya Çelebi yazıyor
“Yine buradan Akçaşar’a geldik. Burası voyvodalıktır.
150 Akçelik kazadır. Yeniçeri serdar’ı vardır. Eski zaman¬da havası latif, hazin (acıklı, dokunaklı) bir şehir imiş. Ahmet Han zamanında Kazak keferesi hücum ile her tarafı yakıp yıkmıştır. Halen 600 bağ ve bahçeli ve hanelidir. Çarşı içere kiremitli ve bimisal (benzersiz) bir cami vardır. Mukaddema hanların birisi kurşun örtülü muazzam bin han imiş. Halen kasaba o kadar mamur ve müzeyyen değildir. Bolu şehrinin iskelesidir. Lebideryada 70 adet mahzen vardır. Bu tarafı dağlardır. Bu yüzden havası sağlamdır.

İstiklal Savaşı’nda Akçakoca

Akçakoca İstanbul’a yakın bir iskele durumdaydı ve bu konumuyla da İstiklal Savaşı’nda önemli rol oynadı.
Anadolu’da işgal kuvvetlerine karşı Müdafa-Î Hukuk Cemiyetleri örgütleniyordu. Bu cemiyetlerin ilk kurbanlarından birisi Akçaşehir’deydi. (7 Ekim 1920. Şehrin adı o zaman böyleydi.) İstanbul ve Trabzon’dan gelen silah, cephane ve diğer malzeme stratejik noktada olan Akçakocalılarca Bolu üzerinden Sakarya Cephesi’ne taşınıyordu. Karadeniz’in günümüzde de geleneksel taşıtı olmayı sürdüren takalar ve diğer deniz taşıtları seferber oldu¬lar. Askeri malzeme ve Kuvay-ı Milliye’ye katılmak üzere İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek için gelen gönüllüleri taşımak üzere kayıkçılar ve mavnacılar (alamanalar) gurupları kuruldu. Denizin açıklarında düşman savaş gemileri vardı. Günümüzün lise binasının bulunduğu alana malzemelerin güvenli olarak çıkarılması işi ise arabacılar ile kadınlar tarafından üstlenilmişti. Askeri malzemeyi Bolu üzerinden Sakarya Cephesi’ne ulaştırmak o günün koşulları içinde hiç de kolay değildi. Gelen askerlerin doyurulması, barındırılması da aynı ölçüde zordu.
Yeterli hayvan ve araba bulunmadığı için Aydın taraflarından gelen deve ker-vanları bu işi üstlenmişti. Deniz yoluyla gelen askerler de düşman gemileri tarafından görülmesinler diye biraz içerideki Dadalı Köyü yakınlarında kurulan çadırlarda kalıyorlardı. Yöre halkı askerin karnını doyurmak için büyük özveri gösterdi.

Akçakoca’da bunlar olurken komşu Ereğli Fransızların, Kocaeli yöresi Yunanlıların işgalindeydi. Bu arada bazı isyanlar, küçük çaplı da olsa ayaklanmalar görülüyordu.

O dönemde bir çok yerde olduğu gibi çeteler direnişte önemli rol üstleniyordu. Bunların en önemlisi de İpsiz Reçep Çetesi idi. Akçakoca tarihi ve kültürü üzerine araştırmaları ve yayınları bulunan Kenan Okan, sonradan “çeteciliğin” kötü bir anlama gelmesi dolayısı ile Akçakocalıların İstiklal Savaşı anılarından pek söz etmediğini tespit ediyor. Çünkü çoğu Akçakocalı ya da onların babaları, dedeleri bu çetelerde rol oynamışlardı. O dönemde kurulan çeteler günümüzdeki gibi olumsuz bir rol oynamıyordu. Müzaheret Kuvveti deniliyordu ve müzaheret “arka çıkma, yardım etme” anlamına geliyordu. Sonradan durum açıklık kazanınca herkes kıyıda köşede kalmış eski fotoğrafları, silahları ortaya çıkardı. Günümüzde Balıkçı Barınağımın bulunduğu alandaki bir evin giriş katında fotoğraflar, belgeler ve anı eşyalarından oluşan küçük bir “müze” bulunuyor.

Askeri ikmal kapısı
Akçaşehir’in Anadolu’ya silah, cephane ve asker sevkiyatının kapısı olması; bu işlerde kadınlardan çocuklara kadar herkesin rol alması kurtuluşa kadar sürdü. İstanbul Boğazı’ndaki ve Haliç’teki iskelelerden gizlice yük alan takalar, gemiler ticari eşyaların yanında silah ve cephane de getiriyor, bunları Akçaşehir’de indirdikten sonra Ereğli’ye gidip kömür yükleyerek İstanbul’a dönüyorlardı. Bazı ya-bancı gemiler de ticari kâr için bu nakliyede rol oynuyordu.

0 dönemde gemi ve takalar sahilin 3-4 km. açığına demirleyebiliyorlardı. Bunların yük ve yolcularının karaya çıkarılması ise Akçaşehirli denizcilerin alamana denilen kayıklarına kalıyordu.

Ve kadınlar…
Ardından Arabacılar Kolu devreye giriyordu. Araba denilse de çoğu öküzlerle çekilen kağnılardı.

Şairin;
“şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.”
Diye anlattığı kadınlardı kağnıları cepheye ulaştırmaya çalışanlar.

İpsiz Recep Reis ve Adamları
Hakkında bir televizyon dizisi de yapılan bir halk kahramanıydı İpsiz Recep.
İşgal altındaki Türkiye’de iktidar boşluğunun da etkisiyle birçok çete oluşmuştu. Müslümanların da hristiyanların da oluşturduğu çeteler vardı.
Bu çetelerin İstiklal Savaşı’nda oynadığı rol tarihçiler tarafından da tartışıla gelmiş bir konu. Çetelerin bir kısmı işgalcilere karşı savaşırken yöre halkına karşı da soygun ve gasp gibi eylemlerde bulundular.

Çoğunluğu ise düzenli ordunun yetemediği alanlarda kurtuluşta önemli roller oynadılar.
İpsiz Recep de bunlardan biriydi. İşgal yılları ile birlikte Kuva-i Milliye saflarında yer almıştı. Sonradan 43. Alay’a bağlanıp Kocaeli Taburu adını alarak düzenli orduya hizmet etti. Kurtuluştan sonra da İstiklal Madalyası ile taltif edildi ve maaşa bağlandı.

İpsiz Recep Reis’in macerasına kısaca bakarak bu yörelerde ve Anadolu’nun birçok yöresinde yaşanan çete olaylarını anlamaya çalışabiliriz.
İpsiz Recep 1862’de Rize’de doğduğuna göre İstiklal Savaşı yıllarında yaşı 60’a dayanmıştı. Gençliğinde korsanlık yapan

Recep Kuva-i Milliye’ye ilk katılanlar arasındaydı. Ve hemen ardından Zonguldak, Trabzon, Sinop ve Rize hapis¬hanelerinden “101 senelikler” olarak adlandırılan ağır cezalılardan özel bir afla salıverenleri etrafına topladı ve bir çete oluşturdu. Zekası ve gözüpekliği ile kısa zamanda ünlendi. Çetesi yeni katılımlarda sürekli büyüdü ve güçlendi.
Recep’in karargahı günümüzde askeri amaçla kullanılan küçük Kefken Adası’ydı. Dönemin Sadrazamı Damat Ferit 80 jandarmalık bir kuvveti Recep’in üzerine gönderdiyse de bir şey yapamadan geri döndüler. Erzak taşıyan gemilere el koyup erzağı yöre halkına dağıtan, Rum çeteleri ile mücadele eden Recep Reis mücadeleye disiplin altında merkezi orduda devam etmek için 43. Alay’a katıldı. Yüzbaşı rütbesi verildi.

Savaştan sonra yanında bırakılan 25 adamı ile birlikte Kızılcık Köyü borçlanma yoluyla Recep Reis’e verildi.
Artık çiftçilik yapan, yaşlılığını huzur içinde geçirmek isteyen Recep emekli bir askerdi. Bir gün kendisini Ankara’ya götürmek için gelenlere verdiği cevabın Atatürk’e iletildiği ve Atatürk’ün de çok beğendiği anlatılır. İpsiz Recep “Tilkinin pazarda işi yoktur” demiş.

1928 Yılında hayata gözlerini yumdu.
Akçakocalıların İstiklal Savaşı’ndaki yararlıkları Cumhuriyet Hükümeti’nin hediye ettiği topla ödüllendirildi.

AKÇAKOCA KENTİNİN İLK KURULUŞU
Akçakoca’nın 1934 yılından önceki adı AKÇAŞEHİR’ idi. Bu nedenle tarihi kaynaklarda Akçakoca adı yerine Akçaşar, Akçaşehir adı geçmektedir. Türklerin bu bölgeye yerleşmesinden çok önceki dönemlerde de bu kasaba Bolu’nun bir iskelesi olarak vardı. Kara ulaştırmasının çok güç şartlarda yapıldığı bir dönemde deniz ulaştırması büyük önem taşıyordu ve ulaştırma deniz yoluyla gerçekleştiriliyordu. Bu nedenle de o dönemlerden yakın dönemlere kadar Akçakocalıların en büyük geçim kaynağı deniz ulaştırmacılığı idi.

Akçakoca’nın tarih öncesi çağlarına ait dönemdeki yapılan çalışmalar: mevcut bilgilerin yetersiz oluşu nedeni ile tam olarak bilinmemektedir. Hitit dönemine ait bilgilerde yetersizdir. Bu nedenle bu dönemler hep karanlıkla kalmıştır. İncelediğimiz kaynaklar, Akçakoca ve çevresi ile ilgili tarihi hep Bithynialar ile başlatılmaktadır. Tarih süreci içinde Bolu ve çevresi ve Akçakoca’da Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların ve Osmanlıların eserlerine rastlamaktayız. Bu eserlerin bazıları günümüze kadar gelmiştir.

Tarihte Trak Boğazı denilen İstanbul Boğazımın doğusu Anadolu Trakyası olarak bilinmektedir. Bolu, Anadolu Tıakyası’nın doğusunda yer almaktadır. Bu bölgeye, yerleşen kafilelere oranla Bebrisya ve Bitiııya adları verildiği gibi, Bolu çevresi ve Kuzey- Batı Anadolu’ya Bitlıynia denmektedir. Bolu’nun en eski adı Bitiııyunı idi. Daha sonraki dönemlerde Bitinyum adı Kladyopolis (Cloudiopolis) olarak değişmiştir.

Genellikle Bitinya’nın deniz kıyılarında yerleşmeyi tercih eden Bebrislerin, Bitinyen’lcrden olmadığı bilinmektedir. Ünlü ozan Homores’un Truva savaşlarını anlatan destanlarında Bebrislerden hiç söz etmemesi de Bebrislerin Trak kökenli olmadıklarının bir kanıtı sayılır. Önceleri Çanakkale çevresinde krallık kuran Bebrisler Karadeniz’de Akçakoca ve Karadeniz Ereğlisi çevresinde yerleşmişlerdir. Bebris’ler bir Erik boyudur.

Bitinya krallığının kurucusu Bias’tır. Bias’ın ölümü üzerine Zipitis, Bitinya’nın ikinci kralı oldu. Bu dönemde Karadeniz Ereğli’sinin adı Heraklia’dır. Heraklia, krallıkla yönetiliyordu. Bitinyalılara karşı düşmanca davranıyorlardı. Zipitis M.Ö. 298-297 yıllarında Heraklia üzerine yürüdü ve Heraklia’yı zaptetti. Bu dönemde Akçakoca ve çevresi osmanlarla kaplı bir yerdi. Halk göçebe bir düzen içinde derme çatma kulübe ve çadırlarda yaşıyorlardı. Bu bölge, daha uygar bir düzen kuran Bitinyalılar için cazip görünüyordu. Zipitis, doğa olanaklarından yana zengin, insan emeğinden yana fakir olan bu geniş alanda kendi adına bir şehir kurdu. Dia veya Diapolis adları, Akçakoca’nın bilinen en eski adıdır. Diapolis, Zeüs’ün kenti anlamına da gelmektedir. Dia, Grekçe ve I alince’de “arasından ayırmak” ya da “iki parçaya ayırmak” anlamlarına gelmektedir. Akça sözcüğünün ışıkla ilgisi vardır. Pisidya tııııhi ile ilgili kaynaklarda ve rastlanan Pisidya haritalarında Dia veya I Diapolis adları yer almaktadır. Bir başka kaynağa göre ise Akçakoca’nın ilk adı Tospolis idi. Şarl Teksiye’nin Küçük Asya adlı kitabında Akçaşchir’in adı Tospolis olarak geçmektedir.
Makedonya kralı Büyük İskender, İran hükümdarı III. Dara’ya karşı Asya seferini açtığı zaman, Bitinyalılar la Heraklialılar savaş halinde idi. (Bolu Salnamesi, 1338, s.224) Bitinyaya bağlı Akçakoca ile Ereğli arası devamlı savaşların yapıldığı bir bölgedir. Bölge daha sonra Büyük İskender’in himayesine girdi. İskender’in Babilde ölmesi üzerine, bölge önce komutanlarından Antigon’un ve daha sonra da Lazirnıark’ın eline geçli. Sezar, Pontos’u zaptederek Roma imparatorluğuna kattı.

Böylcce Bitinya, Romalıların Anadolu’daki beş eyaletinden biri oldu. Koma imparatorluğu M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca Akçakoca bölgesi, merkezi İstanbul olan Doğu Roma İmparatorluğuna katıldı.
Akçakoca, Bizans döneminde Arap akınlarına uğradı. Halife Velid döneminde (705-714) Emevilerin ikinci halifesi ve ilk İslâm parasını basan Birinci halife Abdül Melik bin Mervan’ın (685/705 oğlu) Karadeniz Ereğlisi’ni ve Amasra ‘yı yakıp yıktı. Mutaasım (833-842) zamanında, hassa ordusu, Türklerden kurulmuştu. Mütevekkil (847-861); Abbasilerin 10. Halifesi zamanında, Arap askerleri terhis edildi. Halife ordusu yalnız Türklerden ibaret kaldı. Bu dönemde Türkler, halife adına Abbasi Saltanatını yönetiyordu. Böylelikle Anadolu’da Türklerin eline geçmiş bulunuyordu. Bunlar Anadolu’ya fatih olarak değil, halife askeri sıfatıyla gelmişlerdi. Görünüşte halifeye bağlı, ama gerçekte bağımsız idiler. Hemen her sene gazaya çıkarlar, Anadolu’ya akın ederler, Bizansa hücum ederler bir veya birkaç şehir alırlardı. Profesör Mükrimin Halil Yiııanç derki; “Anadolu’da bunların alanına uğramayan hemen hemen hiçbir şehir yoktur. ” Yaklaşık iki buçuk üç asır süren bu “Gaza ve Cilıad” devri, Bizaıısın temeli sayılan Anadolu’daki şehirlerin yıkılmasına ve servetlerin mahvına neden oldu. Bu Türk akınları XI yüzyılda doğudan gelecek olan Türk fatihlerinin, Anadolu’da ki
fetihlerini kolaylaştırmıştır. Bolu ve Düzce bölgesi de huduttaki, uç eyalet gazileri tarafından istilaya uğramıştı.

Oğuzların, Bizansa karşı yaptıkları akınlar on birinci yüzyılda (1019) başladı 1079 yılına kadar sürdü. 1071 ’de Alpaslan’a yenilen BizanslIlar Anadolu’yu terk etti ve Anadolu’da Selçuklu Devleti kuruldu. Kutulmuş oğlu Süleyman Bolu ve bölgesini zaptetti. Büyük Selçuk Sultanı Melikşah ile kıymetli veziri Nizamülmülk Anadolu’yu Türkmenleıe yurt olarak göstermiş; Türkmen boyları Anadolu’nun her tarafına yayılmışlardı. Anadolu’ya gelen göçmenlerin miktarı yaklaşık yerli halk kadardı. Günümüzde ilçe, bucak ve köy isimleri Türkmenierin ulus, boy, oymak isimlerini saklamaktadır.”
Prof. Dr. Mecdi Emiroğlu’nun “Bolu Yöresi Yer Adları” adlı araştırmasında şu ifadeler yer almaktadır. “77.yy. dan itibaren Anadolu’ya doğudan gelip yerleşen Türkler bu yerlere yeni adlar verirlerken bunların bir kısmını da eski şekliyle kullanmaya devam ettikleri veya dillerine uygun hale sokarak adlandır ıldıkları görülmektedir. Bolu (Cloııdiopolis), Mudurnu (Modrenae)f Düzce (Dusea pros Olympum) vb. Yörede özellikle öz Türkçe adlar Oğuz Türkleriyle verilmeye başlamış ve OsmanlIların yükseliş dönemine dek (1450) sürmüştür.
Enver Konukçu’nun “Köroğlu’nun Yaşadığı Asırda Bolu’nun Siyasi Durumu XVI-XIII. Yüzyıllar, Ankara 1983 s 53” adlı araştırmasında şu ifadeler yer almaktadır.
“Bolu Kuzey-Batı Anadolu ’nun eski ve önemli yerleşme merkezlerinden biri idi. Bizans devrindeki Klaııdiopolis ’in son kısmındaki polis (şehir) den halk arasında Bolı, Boli ve Bolu diye söylenmiştir. Mesut’un Ankara Meliki olmasından az önce II. Kılıç Aslan (1155- 1192)’ın Selçuklu kuvvetleri, 77 7Tde bu kale önlerinde görünerek kısa müddet kuşatmışlardı. Ancak Mycrikephalon Meydan Savaşı mağlubu Manuel Komnenos burada kendi şerefini iade edecek küçük bir başarı kazanabilmişti. Melik Mesut Bolu ’nun doğusunda yeni fetihlerde bulunmuş Kastamonu Bölgesini ve Safranbolu ’yu kuşatarak ele geçirmiş ve Türk göçmenlerini iskân ettirmiştir. Gerede,, Mengen, Köroğlu Dağları ve Bolu çevresi Oğuz kabileleri birliğine dahil birçok Türkmen gruplarının yeni vatanı olurken, Mudurnu istikametinden de Sakarya vadisine doğru yayılışları görülmektedir.

Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra Umur Hanlılar bu bölgeye hakim oldular. Osmanlı ve Candar Beylikleri arasında kalan Umur
Hanlıların yerini, Göynük, Bolu ve Gerede’de küçük beyler almışlardır ki, bunların askeri kuvvetleri 3000 – 5000 atlıyı geçmiyordu.
Anadolu’ya oranla Bolu yöresinde Oğuz boylarına ait yer adlarının oldukça fazla olduğu görülmektedir. Akçakoca’da Kınık ve yer adı olarak Yörük Yatağı Tepesi buna örnektir. Kınık adı ile 46 yerleşme bilinmektedir. Bunun 6 tanesine (0/0 13 ’ü) Bolu yöresinde aşılanmaktadır.”
Bir başka .kaynağa göre Akçakoca’ya Selçuklu Türkleri gelerek yerleşmeye ve köyler kurmaya başlamışlardı. İlk gelenlerin Koçar Bey ve onun yakınları olduğunu söylemektedir. Koçar Beyin yerleştiği yer bugünkü Koçar köyüdür. Selçuk kollarının orman bölgesinde kurdukları köyler şunlardır; Gökçeali, Doğancılar, Beyören, Balatlı, Kınık, kctmenli, Kepenç, Göktepe, Keramettin, Kapkirli ve Cuma yeri vb Cevdet Türkkaya’nın “Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar-Istanbul, 1979” adlı eserinde:

Kerameddinler bugünkü Akçakoca’ya yerleşmişlerdir. Denizden görünüşü beyaz olduğu için Kerameddinler buraya Akçaşar veya Akçaşehir adını vermişlerdir. Keramettin (Kazanın Merkezi); Akçaşehir’i, Bolu kazası (Bolu sancağı) olarak belirtilmekte, halkının yörükan tarifesinden olduğu (s. 507) ve Keramettinin mezarının ise, Orhan Gazi ilkokulunun 50 metre yakınında ve yolun sağında olduğu i ladesi yer almaktadır.
Osmanlılar batıdan doğuya doğru ilerledikçe şehir isimleri de değiştirildi. Dia/Diospolis, Akçaşehir ya da Akkent adını aldı. Bu sahil kasabasının ilk sakinleri Kerameddinlilerdir

Aynı şekilde Tahirli, Arabacılar, Fadıllar, Kınık köyleri halkının da Yörük olduğu belirtilmektedir. Kınık için aynen şu ifadeler yer almaktadır.
“Adana, Hama, Hums, Ankara, Aksaray, Konya, Karaman, Kütahya vc Çorum sancakları, Koçhisar kazası (Kengiı* sancağı), On iki Divan kazası (Bolu sancağı) Edirne kazası (Paşa sancağı), Çorlu kazası (Vize sancağı), Tekfur dağ kazası (Çimen sancağı) Türkmen yörükan laifesindendir. Kara koyun aşiretinden olan Kınık cemaatı, Adana’da kışlardı, (s. 517)

Halk arasında yaygın olarak kullanılan Manav Türkleri hakkında yaptığımız incelemede; Manavların; İçel sancağı, Anamur kazası (İçel sancağı), Manisa kazası (Saruhan sancağı) Düşenbe kazası (Ala iye sancağı) yörelerindeki yörükan taifesidir. Yörük deyimi; iyi ve çabuk yürüyen, göçebe, (Anadolu’da çadırda oturana) Türkmenler, bir yerde yerleşmeyen göçebe halkı anlamına kullanılmaktadır.

CENEVİZLİLER DONEMİ
Dördüncü Haçlı Ordusunun çoğu Fransızdı. Venedik gemileri ile Venedik’ten hareket ettiler. İstanbul’a gelerek konakladılar. O sırada Bizans’ta yine post kavgaları devam ediyordu. Haçlılar bu nedenle İstanbul’a davet edilmişlerdi. Cenevizler şehrin güzelliğine dayanamadılar ve İstanbul’u zaptettiler. (MS 1204) Latin İmparatorluğunu kurdular. (1204-1261)

Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Karadeniz kıyılarında Cenevizliler müstemlekeler kurmuşlardı. Ticaret merkezlerini elde ederek limanlardan sahile doğru yayılmışlardır. Karadeniz sahilinde bulunan Ereğli ile Amasra ve havalisi Cenevizlilerin eline geçti. Gebe kilise (Aktaş), Kızılca kilise (Nazımbey) köylerinin bulunduğu arazi ile Ceneviz kalesi ve çevresinde bağcılık ve çiftçilikle geçinen Hıristiyan halk bulunuyordu.

OSMANLILAR DONEMİ
Selçuklular Moğol istilası karşısında yenilince (1227-1330) göçebe Ttirkler Moğollara karşı devamlı isyan etmeye başladılar ve beylikler kurmaya başladılar. Bolu’da Bolu Beyliği, Söğütte Osman oğullan bulunuyordu. Osman Bey, Bizans hududunda üç tane uç beylik kurdu. Kara Denize doğru olan yerlere Konuralp’i İzmit ve havalisine Akçakoca’yı İznik’e, Samsa Çavuşu uçbeyi seçti. Ancak Bitinye Bölgesinde bulunan şehirlerin alınması işi Orhan zamanında tamamlanabilmiştir. Orhan Bey tahta geçince İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesi, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Gazi Abdurramanı Yalova ve Gemlik bölgesinde görevlendirdi. Orhan Bey’in Akçakoca Bölgesine geldiği ve Göçürler köyünde Baki Çelebi’de ve Kepenç Köyünde Çavuşoğlu’nun evinde misafir kaldığı söylenir. (1323) Zaman içinde küçülen ve 17 hane kalan Göçürler Köyü bugünkü Töngelli köyü civarında idi. 1891 yılında dağılmıştır.

Akçakoca’nın Osmanlılar tarafından zaptedildiğine dair bir belgeye rastlanmamıştır. Akçakoca Beyin Akçakoca’yı zaptettiğine dair bilgi yoktur. Bazı yazarlara göre, zaten Yörük olan Akçakoca yöresi kendiliğinden Osmanlılarla birleşmiştir. Bu görüşü destekleyen bazı kanıtlardan söz edelim 1337/1923 tarihli Bolu II Salnamesi s. 550’de; “Orhan Gazinin akıncılarından Akbaş Mahmut’un Amasya’ya kadar uzanan Karadeniz kıyılarım zaptettiği” yazılıdır. Akçaşehir’in zaptedildiğinden söz edilmemektedir.

2. Cevdet Paşanın Kısas-ı Enbiyasında da “Orhan Gazi”den bahsederken Akçakoca’yı İzmit havalisine, Konuralp’i Gerede nahiyesine, Akbaş Mahmut’u Karadeniz sahiline, Abdurrahman Gaziyi Yalova ve Gemlik havalisine izam eyledi”, denilmektedir. Burada da Akça şehrin fethedildiğine dair bir ifade bulunmamaktadır.

3. Orhan Gazi’nin Prusya’yı (Uskübü) ele geçirmek üzere 40 atlı ile Akçaşehir’e geldiği, Aftunağzı (Çayağzı) köyünde konakladığı, hatta oradaki caminin Orhan Gazi’nin buyruğu ile o zaman yapıldığı, Akçaşehir’den Baki Çelebi ile Çavuşoğlu’nu alıp Üskübü’nün fethine pili iği, yararlıklarını gördüğü bu iki kişiye Üskübü’den bol miktarda loprak verilerek ödüllendirildiği bugünde halk arasında söylenmektedir. Ayrıca, Akçaşehir’in güneyindeki dağlara Orhan Dağları, Yalı Mahallesindeki akan dereye Orhan Deresi denilmektedir. Aynı derenin doğusundaki topraklara tapu kayıtlarında ise “Orhan Gazi vakfındadır.” Şeklinde kayıt bulunmaktadır.

İdari bakımdan hep Bolu’ya bağlı kalmış olan Akçakoca, 1999 yılında il olan Düzce’ye bağlanmıştır. Akçakoca idari yönden şu aşamalardan geçmiştir.

BOLU SANCAK BEYLİĞİNE BAĞLI AKÇAŞEHİR (1324-1692)
Akçakoca bu dönemde Bolu Sancak Beyliğine bağlı voyvodalık şeklinde yönetiliyordu ve kaza 15 divana ayrılıyordu.

Tablo-1 Akçakoca’ya bağlı yerleşim birimleri(1324-1692)
1. Keramettin (Kaza merkezi)
2. Tahirli
3. Kepenç
4. Bey ören
5. Arabacılar
6. Aftunu ulya (yukarı aftun)
7. Aftunu Sutla (aşağı aftun)
8. Fadıllaı* (Bugün yok)
9. Kıran (Esmahanım)
10. Güney (bugün yok)
11. Kızılca Kilise (Nazım Bey)
12. Kirişi Sağır (küçük kiriş) (bugün yok)
13. Kirişi Kebir (Büyük Kiriş) (bugün yok)
14. Kınık
15. Kurucaşelıir (Muhtemelen Kurukavak)

Yörenin ilk sancakbeyi Konuralp idi. Kendisi sürekli seferde bulunduğu için yerine Sungur Bey vekâlet ederdi. Bu dönemde Evliya Çelebi, Akçaşehir’e gelmiştir. Evliya Çelebi, Akçaşehir’i şöyle tarif etmektedir:

“Yine buradan Akçaşar’a geldik. Burası voyvodalıktır. 150 akçelik kazadır. Yeniçeri serdarı vardır. Eski zamanda havası latif hazin bir şehir imiş. Ahmet Han zamanında Kazak keferesi hücum ile her tarafı yakıp yıkmıştır. Halen 600 bağ ve bahçeli ve hanelidir. Çarşı içere kiremitli ve bimisal bir cami vardır. Mukaddema hanların birisi kurşun örtülü muazzam han imiş. Halen kasaba o kadar mamur ve müzeyyen değildir. Bolu şehrinin iskelesidir. Lebideryada 70 adet mahzen vardır. Bu tarafı dağlardır. Bu yüzden havası sağlamdır. ” (Evliya Çelebi Seyahatnamesi C. 2, s. 172) 1671 yılı tahsil edilen sürsat vergisinden (Harp zamanı tahsil edilen olağanüstü vergi), Akçaşehir’e düşen pay 450 kilo arpa, 50 kilo un, 50 koyun, 50 sırağan, 30 bal, 100 kantar saman, 20 araba odun karşılığı 39 000 akçedir.- 1681 yılında alınan sürsat vergisinin tutarı ise 39 580 akçedir.

BOLU VOYVODALIĞINA BAĞLI AKÇAKOCA
(1692-1811) 1692 yılından idari yapıda değişiklik yapıldı. Bolu, sancak beyliğinden çıkarıldı ve voyvodalık haline getirilip Anadolu Beylerbeyliğine bağlandı.

a) Merkez
1- Divanı Keramettin (yukarı mahalleler)
2- Divanı Keramettin (Kalpakçılar)
3- Divanı Keramettin (Aşağı mahalle)

Toplam

b) Köyler
1 – Divanı Keramettin (Koç köy) 41 hane
2- Beyviran 80 hane
3- Aftun 116 hane
4- Akkaya 85 hane
5- Fadıllı 94 hane
6- Kınık 38 hane
7- Tahirli 85 hane
8- Kızılca Kilise 94 hane
9- Kıran 59 hane
10- Arabacılar 124 hane
11 – Kepenç 145 hane
12- Dadalı 105 hane
Toplam 1066 hane
Genel Toplam 1423 hane

BOLU-VİRANŞEHİR (Safranbolu) BİRLEŞİK MUTASARRIFLIĞINA BAĞLI AKÇAŞEHİR (1811-1864)
İkinci Sultan Mahmut zamanında yapılan idari değişiklik ile mutasarrıflıklar birleştirilmiştir. Mutasarrıf Bolu’da oturacaktır, ilk mutasarrıf Hüsrev Paşadır. Mutasarrıflığa bağlı olan kazaların her biri bir ayana bağlı idi.

BİRLEŞİK NAHİYE DÖNEMİ (1864-1870)
1864 yılında eyaletlerin kaldırılıp yerine il teşkilatının konulmasını öngören nizamnamenin yürürlüğe girmesi ile Kastamonu vilayeti Bolu mutasarrıflığının Göynük kazasına bağlı Düzce ve Akçaşehir’le birleşerek bir bucak halinde {Akça şehri Maçı Düzce) nahiyesi olarak yönetildi. Nahiye müdürü Düzce’de otururdu.

1864 yılına ait salnamede ilk mülki bölünüş şu şekilde idi. Bolu Livası: Bolu, Dörtdivan, Gerede, Çağa, Mudurnu, Kıbrısçık, Pavli, Düzce/Konuralpe, Gümüşabad, Efteni, Üskübi, Akçaşehir Bcndcr, Ereğli, Alaplı, Samko, Yılanlıca, Devrek, Dirgine, Sekiz Divan, Yenice, Tefen, Göynük, Torbalı ve Mihalgazi Osmanlı Rus savaşları nedeniyle 1829’dan beri Doğu’da ve Balkanlarda genel bir huzursuzluk vardı. Kırım harbi ile yeni bir dalgalanma başlamıştı ve 1877-1878 savaşlarında büyük göç hareketleri görülmüştür. Abaza, Çerkez, Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Tatar, Kürt, Makedonyalı ve birçok Rumeli göçmeni Anadolu’ya geçti. Padişah iradesi ve Muhacirin Komisyonunca bir kısmı Bolu bölgesine yerleştirildi. Göçmenler Akçakoca, Düzce ve Bolu’nun batısına yerleştirildi. Ormanların sık olması nedeniyle açmalar yapıldı

BUCAK DONEMİ (1870-1908)
Düzce’nin Göynük’ten ayrılarak Bolu’ya bağlı ilçe haline getirilmesi ile Akçaşehir bağımsız bir bucak oldu. İlk bucak müdürü Hacı Abdullah ! İçindir. Akçaşehir nahiyesinin 1871 tarihli Birinci Arazi Yoklama İdarelerine göre 20 köyü vardı. Bu köyler sırayla tablo 3’te gösterilmiştir.

Tablo-3 Akçaşehir Köyleri (1871)
1. Aftun
2. Keramettin
3. Beyveren
4. Kızılca Kilise
5. Balatlı
6. Dadalı
7. Akkaya
8. Aftunağzı
9. Göçüler
10. Doğancılar
11. Arabacılar
12. Koçar
13. Koçullu
14. Gebe Kilise
15. Kalkın
16. Tabiri
17. Göktepe
18. Kepenç
19. Ketmenli
20. Kınık

871 Tarihli Kastamonu salnamesinin 2. cildinde Akçakoca ile ilgili çok kısa bilgi vardır.

Akçaşehir Nahiyesi : Merkez Akçaşehir
Müdür : Hacı Abdullah Efendi
Katip : Selim Efendi
Telgraf Memuru Memur : İbrahim Efendi
Memur : Rıza Efendi (4. Sınıf)

Bu bilgilerden, 1871 yılında Akçaşehir’de postanenin bulunduğunu öğreniyoruz. Postanenin kurulması bu tarihte mi, yoksa daha öncelere mi dayanmaktadır? Bilinmemektedir. On sene sonraya 1881 yılına ait Kastamonu Salnamesinde ise Akçaşehir hakkında şu bilgilere rastlanılmaktadır.

Müdür : Mehmet Mulıavve Efendi
Naif : Mehmet Hulusi Efendi
Katip : Ali Vasfı Efendi
Tapu Katibi : Hacı Durmuş Efendi
Nüfus Mukayyidi : Hacı Mehmet Efendi
Vukuat Katibi : Mehmet Nuri Efendi

Kaynak: http://www.akcakoca.gov.tr ‘den alınmıştır