Dün 21 idi. Yine, cehaletlerinden kandırıldıklarını idrak edemeyen bir gurup kara cahilin sokakları bir birine katmalarına şahit olduk. Yine, ulusal (!) televizyonlarımız habercilik adına kan tacirlerinin açıklamalarını, iğrenç görüntülerini dakika dakika yayınladılar ve biz yine tahammül edemeyip bu görüntülere, kapattık televizyonları.
Ve bu gün, Sivas’ı Türkiye’nin en doğusu sananların kaleminden okuyoruz “nevruzun” ne olduğunu. Bu sene bir farlılık olsun diye bir de ben anlatmak istedim şu bahar bayramını…
Çocukluk ve gençlik yıllarımın tamamının Bitlis/Hizan, Diyarbakır/Çermik ve Van/Çatak’ da geçmesine rağmen , “nevruz” kelimesini ilk defa Çatak Lisesi (VAN) ikinci sınıfında okurken, 1988 senesinin soğuk bir mart ayında okulumuzun müdür yardımcısının biz öğrencilere hitaben bayrak töreninde okuduğu Milli Eğitim Bakanlığı menşeli bir yazı ile duydum. Tıpkı sıra arkadaşım, sınıf arkadaşlarım ve bütün Çatak Lisesi öğrencileri gibi. Tören sonrası herkesin bir birine “ bu ne” diye sorduğunu çok iyi hatırlıyorum.
Böylece birilerinin “aklına karpuz kabuğu mu düşürülmüştü” yoksa alınan duyumlar doğrultusunda önlem alma cihetine mi gidilmişti bilemiyorum ama, bildiğim bir gerçek var, o da bu olaydan sadece iki sene sonra, “nevruzun ülkemizin büyük bölümünde kutlanmaya (!) başlandığı ve1991 nevruzunda bir çok şehrimizin savaş alanını döndüğü, yağmalandığıdır.
Nevruz ile ikinci defa karşılaşmam ise cehaletimin yüzüme tokat gibi çarptığı bir olay ile olmuştur. Şöyle ki:
Ülkemizin nevruz ve PKK olayları ile hem hal olduğu, bunu kanıksadığı doksanların ilk yıllarında Azerbaycan’dan çok sayıda mektup arkadaşım vardı. Her ay kardeş topraklara onlarca mektup yolluyor, gelecek cevapları dört gözle bekliyordum. Bir nisan günü Ankara, Dışkapı’daki Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yurdu’nun posta kutusuna adıma bir adet tebrik kartı gelmişti. Gönderildiği yer Azerbaycan idi. Hızla açtım.
“Mübarek Nevrûz Bayramını……….” Diye başlayan iki satır yazı ile karşılaştım. Ürperdiğimi, “mübarek, nevrûz ve bayram” kelimelerini bir arada görmenin verdiği şaşkınlığı uzun süre üzerimden atamadığımı söylemeliyim.
Önce arkadaşlarımın bana kötü bir şaka yaptıklarını düşündüm. Ama takip eden günlerde aynı ifadeleri taşıyan çok sayıda mektup alınca Azerbaycan’dan ve de oturup biraz okuyunca anladım ki bütün Türk Dünyası’nda bu bayram en büyük bayramdır.
Nedir nevruz ve bizde de var mıdır?
Farsça “nev”(yeni) ve “ruz” (gün) kelimelerinin birleşmesinden oluşan nevruzun başlangıcı olarak efsanevi İran hükümdarı Cemşid gösterilir.
Rivayete göre bütün dünyayı dolaşan Cem, en son Azerbaycan’a gelir ve orayı çok beğenerek tahtını kurdurur. Cemşid’in altın tahtının ve üzerindeki değerli taşlarla süslü elbiselerin günün ilk ışıkları ile parlamasına şahit olanlar, “bu günde bir başkalık var, bir yenilik var, bu gün yeni bir gün” anlamında o güne “nevruz” demişler, bu olayın gerçekleştiği 21 Mart, o tarihten itibaren “nevruz”(yeni gün) olarak kutlanır olmuştur.
Peki, nevruz nerelerde kutlanmıştır, kutlanmaktadır?
Başta İran olmak üzere (İran’ın nüfusunun yarısı Fars diğer yarısı Türk’tür ve İran’ı asırlar boyunca Türkler yönetmiştir) bütün Türk Cumhuriyetlerinde ve tabi ki Anadolu’da…
Cumhuriyet’e kadar nevruz bizim en önemli bayramlarımızdan biri olmuştur.
Peki 21Mart nedir?
21 Mart , “Mart Dokuzu’dur.” Mart Dokuzu ne demektir?
Bilindiği üzere atalarımız Orta Asya’da “12 Hayvanlı Takvim” adı verilen bir takvim kullanmışlardır. Anadolu’da halen daha -yazılı olmadan- kullanılan bu takvim ile bu gün geçerli olan miladi takvim arasında “12 “ günlük bir fark vardır. Dokuz marta 12 eklenince ortaya 21 Mart çıkar. 9 Mart, başka bir söyleyişle de Mart Dokuzu kuzey yarım kürede kışın bitmesi, tabiatın uyanması, toprağın ısınması ve ağaçlara su yürümesidir. Yani bahardır.
Türk Cumhuriyetlerinde birkaç gün devam eden büyük bir şölen şeklinde kutlanan nevruz, Osmanlı Devleti’nde de halkın en çok rağbet ettiği bir kutlama, bir şenlik olmuştur. Şeyhülislamların fetvalarına kadar giren (Ebu Suut Efendi’nin fetvaları gibi) nevruz için şiirler yazılmış, hatta Klasik Türk Şiiri içinde “nevrûziye” diye bir tür ortaya çıkmıştır.
Nevrûziye, teşbîb bölümü nevrûzdan bahseden kasidelerdir ve bir devlet büyüğünün “nevrûz bayramını” kutlamak için yazılırlar.
Nef’î’nin,
Erişdi bahar oldu yine hemdem-i nevrûz
Şad etse nola dilleri câm-Cem-i nevrûz.
Beyiti ile başlayan şiiri bu türün en meşhur örneklerindendir.
Ülkemizde Nevrûz kutlamaları, geride bıraktığımız asrın ilk çeyreğinden itibaren azalmakla birlikte yine de sınırlı da olsa varlığını devam ettirmiştir.
Bunların en ilgi çekici olanı Tunceli’nin dağ köylerindeki “ örs üzerinde demir dövme” şeklinde olanıdır ki, aynı zamanda Ergenekon’dan çıkışı da temsil etmesi açısından kayda değerdir.
Batı Anadolu ‘da ki “ateş üzerinden atlama”, Artvin ve çevresinde 7 Mart (Artvin’in Kurtuluşu) ile birleştirilen etkinlikler ile bu kutlamaların olmazsa olmazlarından“yumurta boyama, buğday çimlendirme” ve Bolu’da ki “ buğday çimlendirme ve çimlenmiş buğdaydan tatlı yapımı” nevrûzun bir asır sonra Anadolu’da rastlanan izlerinden ilk akla gelenleridir.
Önümüzdeki bir hafta içinde göreceğimiz ya da okuyacağımız kötü görüntülerden dolayı veya birleri bunu vesile yapıp olay çıkarıyor diye geçmişimizle ve diğer Türk toplulukları ile aramızdaki en güzel köprülerden birine, “nevrûza” sırtımızı dönmeyelim.