Akçakoca eski bir şehir, tarihi bin yıllara karışır,
Üç gün üç gece kalan, çabucak alışır.
Çünkü farklıdır Akçakoca’nın coğrafyası,
Teknolojiye bile kafa tutar fırtınası.
Gün bir başka batar, sanki kartpostal gibi
Martılar çığlık çığlığa, kıpkırmızı denizin dibi
Unutulmaz denizi kumu, sıcak güneşi,
Karadeniz’in incisi, dünyada bulunmaz eşi.
Farklıdır melengüçceği, nefistir kuskusu,
Bağımlılık yapar, havası, suyu, iyot kokusu.
Dağlarında ıhlamurun, kestane çiçeğinin sarısı,
Binbir derde deva ile yuvasına döner balarısı.
Yaz gelince palamut, çapari de sıra sıra,
Kış gelince, lezzetiyle hamsi gelir peşi sıra.
Dağ taş, ova yamaç fındık dolu,
İşte bu da Akçakocalının vazgeçilmez umudu.
Rabbim ne güzel nimetler vermiş,
Bize Akçakoca’da yaşamak nasip etmiş.
Bir de bilsek değerini, anlasak ederini,
Hiç üzer miyiz, ta uzaklardan gelenini?
Sevelim Akçakoca’yı, güler yüz gösterelim misafirine,
Gezsin, görsün, eğlensin içine sine sine.
Akçakoca bu, insanı da doğasına benzer,
Kah dalgalı, kah durgun, bazen de hayallerde gezer.
Yolları inişli çıkışlıdır, insanı ise çok hareketli,
Sözlerin tonu yükselir sohbetlerde, hararetli.
Karadeniz’de kestane ağacından yapılır tekneler,
Serttir zordur ama, iyi işlerseniz güven verirler.
En sert fırtınalarda bile limana ulaştırır sizleri,
Kavuşturur sevenleri, sona erdirir hasretleri.
Bilmez ki bazıları, Akçakocalı olmak bir ayrıcalıktır,
Kişisel menfaati önde tutmak ise ahmaklıktır.
Ah Akçakoca ah, seni sevmeyen ölsün
Seni gören sevsin, seven de gülsün.
Haydi hep birlikte bize gelin gezelim,
Akçakoca neymiş dostlara gösterelim.
Bu şehir başka şehir kıymetini bilelim,
El ele, hep birlikte güzel günler görelim.